ANTİK
ÇAĞDA SURMENE VE ÇEVRESİ
A. Mican
Zehiroğlu
Karadeniz'in
doğu sahillerinde, bölgenin doğal yapısı gereği,
tarih boyunca ağaç ve ahşap kültürünün ağırlıkta
olması, en eski dönemlere ait kalıntıların günümüze
ulaşmasını büyük ölçüde imkansız kılmıştır. Güneyindeki
ve kuzeyindeki sıradağlar, bu sahillere kapalı bir
havza özelliği vermiş ve bu durum, bölgede en eski çağlardan
beri var olduğu bilinen insan topluluklarının izole bir
kültürel gelişim sürecine sahip olmalarına zemin hazırlamıştır.
Tamamen, bölgenin kendi doğası içinde gelişim gösteren
bu özgün yerli kültüre ait bazı arkeolojik veriler, bu
sahillerin eski Sovyet topraklarında kalan kısmında kısmen
elde edilebilmiştir. Yontma taş el aletlerinden bronz
baltalara kadar uzanan bu nadir bulgular, bölge kültürünün
taş devrinden, tunç devrine kadar uzanan geçmişine dair
arkeolojik verileri içermektedir.
Bölge
yerli kültürünün, batı dünyasıyla ilk tanışmasına
dair efsaneler, geç bronz çağı dönemine atfedilen ve
mitolojik Yunan kahramanlarının bu gizemli sahillere gerçekleştirdikleri
yolculukları anlatan öyküler üzerine kuruludur. Eski Yunan
mitolojisinde önemli bir yer tutan bu öykülerde, Karadeniz'in Doğu
sahilleri " Kolchis " adıyla, burada yaşayan
insanlar ise " Kolchi " adıyla anılır. Eski
Yunan denizcilerinin bu yolculuklarının, zamanla düzenli
ticari faaliyetlere dönüştüğü ve daha sonra bu amaçla bölge
sahillerinde pazar yerleri kurulduğu düşünülmektedir.
MÖ
500 lü
yıllarla birlikte bu pazar yerleri, kolonici tüccarlara ait
iskelelere dönüşmeye başlamış ve muhtemelen
Trapezos da bir ticari koloni yerleşimi olarak bu dönemde
kurulmuştur. Doğu Karadeniz'de Trapezos isimli bir Yunan
koloni yerleşiminden bahseden ilk yazılı kaynak
Anabasis'tir ve aynı zamanda Doğu Karadeniz'e dair en eski,
en sağlıklı gözlemleri aktaran bu eser Xenophon'a
aittir.
MÖ
400 yılında
Doğu seferinden dönen bir Yunan ordusunun, Doğu
Anadolu’yu güneyden kuzeye geçerek Karadeniz'e ulaşması
ve Trapezos'daki Yunan kolonisinin yardımıyla Yunanistan’a
geri dönmesi, bu sefere katılan Xenophon'un Anabasis isimli
eserinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
Trapezos kentine ulaşmak için, Bayburt üzerinden Surmene
yaylalarına varmaları ve Madur tepesinden denizi görmeleri,
Xenophon'un heyecenla aktardığı sefer notları
arasında yer alır ;
"...Beşinci
gün Thekes isimli bir dağa vardılar. İlk askerler doruğa
varır varmaz büyük bir çığlık yükseldi.
Xenophon ile artçılar bunu işitince cephenin saldırıya
uğradığını sandılar. Çünkü
kendilerini, yakmış oldukları bölgenin halkı
izliyordu. Ama çok geçmeden askerlerin “Deniz, deniz” diye haykırdıkları
duyuldu. Tüm askerler doruğa varınca, komutanlar gözleri
yaşararak birbirlerini kutladılar..” (Anabasis
- 4.7)
Bugünkü
Madur tepesini aştıktan sonra, daha sonraki çağlara
ait tarihsel kayıtlarda Tzani adıyla anılacak
olan Doğu Karadeniz dağlı yerlileri ile karşılaşan
Yunanlılar, onlarla bir tercüman aracılığıyla
iletişim kurarak, amaçlarının istilâ değil,
denize ulaşmak olduğunu söylemişler ve onların
geleneklerine göre mızraklarını karşılıklı
değiştirerek, tanrıların tanıklığında
barış yapmışlardı. Onlar da kendilerine yol açarak
sahile ulaşmalarına yardım etmişlerdi. Ancak daha
aşağıda, sahile yakın kesimlerde yaşayan
yerli halk, Yunanlılara onlar kadar dostca davranmamışlardı.
Xenophon’un Kolşi adıyla bahsettiği bu
insanlar, Yunanlıları tuzağa düşürmüşler
ve terk ettikleri köylerinde bol miktarda deli bal bırakarak,
Yunanlıların kitle halinde komaya girmelerine neden olmuşlardı.
Yunanlılar, ölümcül olmayan bu balın etkisinden ancak
üç dört gün sonra kurtulup yollarına devam edebilmişlerdi.
Daha
sonra iki günlük bir yürüyüşle Trapezus’a ulaşan
Yunan ordusunun, burada erzak sıkıntısına düşmesi
ve bu nedenle yerli halka saldırarak köylerini yağmalaması
da, Anabasis’de ayrıntılı şekilde anlatılmıştır
;
"...Karadeniz
kıyısındaki Trapezus , Sinope’nin
Kolşi ülkesindeki kolonisidir. Yunanlılar
orada otuz gün kadar Kolşi köylerinde kaldılar. Bu
köyleri üs olarak kullanıp Kolşilerin memleketini talan
ettiler..." (Anabasis 4.VIII.23)
Xenophon,
eserinin sonraki bölümlerinde de Kolşi adıyla bahsettiği
Trapezos civarındaki yerli halkın, Yunanlı askerlerle
ilişkilerine değinir ve kendi askerlerine hitaben bir konuşma
yaparak yağma faaliyetlerini daha düzenli bir şekilde
yapmaları gerektiğini anlatır ;
"...pazar
ihtiyaçlarımıza yetmiyor ve birkaç kişi dışında
yiyecek satın alacak paramız yok. Oysa düşman ülkede
olduğumuzdan, yiyecek sağlamaya tedbirsizce gidersek çok
adam kaybetmemizden korkarım. Bence yiyecek aramaya mangalar
halinde gitmeli, sağ salim geri dönmek istiyorsanız kırlarda
rastgele dolaşacağınıza bu akınların
tertiplenmesini bize bırakmalısınız..."
(Anabasis 5.I.5)
Xenophon'un
bu uyarısını dikkate almayan Yunan askerleri, Trapezos
civarındaki yerleşim bölgelerine yönelik yağmalama
faaliyetlerine devam ederler ve bu saldırılardan birinde
komutanlarıyla birlikte iki bölük askerin tamamı yerliler
tarafından imha edilir. Yerli Kolşilerle Yunanlılar
arasındaki bu çatışmalar, Yunanlılar bölgeden
ayrılıncaya kadar devam eder. Xenophon eserinin bir başka
yerinde de taşlanarak öldürülen yerli Kolşi elçilerinden
ve muhafızlarından bahsederek, kendi askerleriyle ilgili özeleştirilerde
bulunur. Xenophon, bugünkü Trabzon civarındaki yerli halk
olarak bahsettiği Kolşilerin yaşam biçimlerine dair
ayrıntılı bilgiler vermemiştir. Ancak, ondan asırlar
sonra çağının en önemli coğrafya kitabını
yazan Strabon'un, daha doğuda, Phasis nehri civarında yaşayan
Kolşilerle ilgili verdiği bilgiler bize bu konuda bazı
ipuçları vermektedir ;
"Gerektiğinde
teknelerini süratle bir araya toplayarak, korsan filoları oluştururlar;
ticari gemilere, ülkelere ve sahil kentlerine saldırılar düzenlerler,
bu şekilde denizdeki hakimiyeti ellerinde tutarlar.(...)
Memleketlerine döndüklerinde ise, teknelerini sahilde bırakmayarak
omuzlarında karaya çıkarırlar ve onları ormanların
arasında yer alan barınaklarına kadar götürürler.
Yeni bir sefere çıkacaklarında da , teknelerini tekrar
sahile indirirler. Ve bu sahillerde yerleşik kabilelerin tümü,
her zaman bu tür korsanlıklarla geçinirler...” (Strabon
11.2.12)
"Bu
ülke, hem ürünleriyle, hem de gemi inşasına yönelik her
konuda mükemmel düzeydedir; -balları hariç, zira balları
oldukça serttir- üretilen keresteler nehirlerin üzerinde aşağılara
taşınır ve halk başta keten olmak üzere, kendir,
balmumu ve zift üretimi ile uğraşır. Eski zamanlardan
beri dış ülkelere kendir ihraç ettiklerinden, kendir kumaşı
imalatında yaygın bir ün kazanmışlardır.”
(Strabon 11.2.17)
MÖ 335 yılına doğru
derlendiği tahmin edilen Pseudo-Scylax' ın coğrafya
kitabında, bölgeye ve yerel kültürüne ilişkin
bilgilerin ötesinde, özel olarak bugünkü Surmene civarı ile
ilişkilendirilebilecek en eski kayıt yer alır. Pseudo-Scylax
'ın bu eserinde Trapezos kentinin doğusunda, Psoron
isimli bir limandan bahsedilmektedir. Daha sonraki çağlarda
Surmene'nin ilk kuruluş yeri olacak olan, bugünkü Karadere
nehri ağzının gemiler için uygun korunaklı yapısı
dikkate alındığında, Psoron limanının
burası olabileceği düşünülmektedir. Bu dönemde
kendi parasını basan Yunan koloni kenti Trapezos, uzunca bir
süre serbest bir ticaret kenti statüsünde varlığını
devam ettirmiş ve bölgenin yerli halkıyla, batı
dünyası arasındaki ticari ilişkilerde köprü görevi
üstlenmiştir.
MÖ144
yılına
kadar olan gelişmeleri yazan tarihçi Polybius, eserinin bir
yerinde Yunanistan ile Karadeniz memleketleri arasındaki ticari
ilişkilerden bahsederken, buralardan temin edilen malları; büyük
baş hayvan, köle, bal, balmumu ve tuzlanmış balık
olarak sıralar. Aynı bölgeye ihraç edilen başlıca
ürünler ise zeytinyağı ve şaraptır.
MÖ114
yılından
itibaren Karadeniz Kapadokyasını merkez alarak, Anadolu'da
Romalılara karşı egemenlik mücadelesine girişen,
İran menşeli Mithridat VI, bir süre sonra Trapezos
kentini ve çevresini de hakimiyeti altına alır. Bir sonraki
yüzyılda bu hanedanın egemenliğine son veren Romalılar,
Trapezos ve çevresi de dahil olmak üzere tüm Doğu Karadeniz
sahillerinde hakimiyet kurarlar. Ancak tüm bu gelişmelerden,
Trapezos kenti dışındaki yerli halkın fazlaca
etkilenmediği, sonraki asırlara ait kayıtlardan anlaşılmaktadır.
İzleyen yıllarda Trapezos kenti ve çevresi, Amasya'da
Roma imparatorluğuna bağlı olarak kurulan Karadeniz
Polemonia kralığının topraklarına dahil
edilmiştir.
MS1.
yüzyıla ait bir haritadan geliştirildiği düşünülen
Tabula Peutingeriana isimli bir Roma yol kılavuzu,
muhtemelen, günümüzdeki Surmene ile ilişkili gibi görünen
yerleşime dair en eski bilgiyi içermektedir. Orta çağa ait
bir kopyası günümüze ulaşan bu çalışmanın
bir çok kısmı yüzyıllar içinde güncellenerek genişletilmiştir.
Ancak, diğer verilerden açık ve net bir şekilde anlaşılmaktadır
ki, Doğu Karadeniz ile ilgili kısımlarında,
MS.1 yüzyıla ait bilgiler, orjinal şekilleriyle kalmışlardır.
Bu nedenle, bu belgede geçen Hyssilime adının, bugünkü
Surmene kasabası ile ilgili en eski yazılı kayıt
niteliğini taşıdığı söylenebilir. Bu
belgeye göre Trapezunte'den sonra Hyssilime, daha sonra da Opiunte
gelmektedir ve Hyssilime; sahilde Trapezunte ile Opiunte arasında
bir Roma askeri istasyonu olarak görünmektedir.
MS69
yılının
sonlarına doğru bugünkü Surmene çevresinin de dahil olduğu
sahiller, büyük bir ayaklanmaya sahne olur. Tacitus' un
aktardığı bilgilere göre, Aniketus isimli yerli
bir denizcinin önderliğinde Romalılara karşı
ayaklanan yerli halk, tekneleriyle Trapezus kentini kuşatarak
limandaki Roma gemilerini yakarlar ve kentteki kolonicilerin mallarını
mülklerini yağmalarlar.
Tacitus’ a göre, isyancı yerlilerin kullandığı
tekneler ; çift pruvalı, her iki yöne hareket edebilecek şekilde
ve metal bağlantı elemanları kullanılmadan,
tamamen ahşaptan yapılmıştı. Fırtına
ve büyük dalgalara karşı üst kısımları
tamamen kapanabiliyor ve böylece dalgalar arasında yuvarlansalar
bile batmıyorlardı. Roma imparatoru Vespasianus, bölgeye
bir ordu ile bir deniz filosu göndererek bu ayaklanmayı bastırır.
Bu ayaklanma, tarih boyunca Doğu Karadeniz halkının
egemen devletlerin otoritelerine karşı gerçekleştirdikleri
sayısız isyanlardan biri olarak tarih sayfalarındaki
yerini almıştır.
MS130'
lu yılların başında Roma imparatorluğunun
Kapadokya valisi olan Arrianus, gerçekleştirdiği
Karadeniz seyahati ile ilgili olarak, imparator Hadrianus’a hitaben
bir rapor yazmış ve bu raporun bir bölümünde de
Trapezus’dan itibaren sahil boyunca, doğuya doğru gerçekleştirdiği
bir deniz yolculuğunun notlarını aktarmıştır.
Buna göre, Trapezus'dan ayrıldıktan sonra, önce küçük
bir Roma askeri birliğinin konuşlandırılmış
olduğu Hyssu limanına uğramış, oradan
sonra da Ophis deresine ulaşmıştır. Arrianus’a göre
bu dere, Kolşi bölgesi ile Thiannika (Tzanika) arasındaki sınırı
oluşturmaktadır.
Arrianus'un mezar taşında, MS 2. yüzyıla
ait bir Karadeniz teknesi. |
MS150
yılına
doğru yayınlandığı düşünülen coğrafya
atlasında Ptolemeus, başta çağdaşı
Marinus olmak üzere, diğer eski coğrafyacıların
eserlerinden yararlanmıştır. Hazırladığı
bu atlasta, derlediği coğrafi bilgileri kendi geliştirdiği
bir koordinat sistemine aktarmıştır. Bu çalışmanın
günümüze ulaşan oldukça geç tarihli bir kopyasında,
önceki ve sonraki tüm kaynaklarda Trapezus'un doğusunda gösterilen
Hyssi limanı muhtemelen bir hata sonucu Trapezus'un
batısında işaretlenmiştir. Ptolemeus'un
haritasına göre, Trapezos ve bugünkü Surmenenin bulunduğu
bölge Roma imparatorluğunun "Karadeniz Kapadokyası"
eyaletine bağlıdır. |
MS407
yılına tarihlendirilen bir Roma askeri raporu Notitia
Dignitatum'da da, uzunca bir süre tarihsel kayıtlarda
adı pek geçmeyen Hyssi limanından tekrar bahsedilir. Bu
belgede, Ysi Porto olarak geçen askeri garnizon Trapezus'un 30
km kadar doğusunda gösterilmiştir.
MS470
li yıllara ait bir başka bilgi de, Antakyalı Johannes
tarafından aktarılır. Buna göre, Trapezus çevresinde
yaşayan yerli Tzani halkının Romalılara
büyük zararlar verdikleri, imparator Leo'nun da bunun üzerine bölgeye
destek kuvvet gönderdiği belirtilmektedir.
MS540
lı yıllarda Bizans ile İran arasındaki savaşlar
sırasında bölgeye dair bir kayıt da tarihçi
Prokopius'a aittir. Buna göre, Trapezus çevresinde yaşayan Tzani
halkından bin kişilik bir kuvvet de Bizanslıların
yanında İranlılara karşı savaşa katılmıştır.
MS550
li yılların başında gemiyle Trapezus'dan doğuya
doğru seyahat eden Prokopius, bu sahillerle ilgili gözlemlerini
ve bilgilerini de seyahat notlarına ekler ;
“…Buradan,
Trapezunt bölgesinden Susurmena
köyüne ve Rize denilen yere varılır(…)
Trapezunt civarındaki tüm yerlerde üretilen ballar, oldukça
serttir(…) Bu bölgenin sağ tarafında, yukarıda,
Tzanika’nın dağları yükselir, ve onların arkasında
da Ermeniler yer alır, ki bunlar Bizanslılara bağlıdırlar…”
( Prokopius VIII. ii. 3-5 )
Prokopius,
Tzanika memleketi olarak adlandırdığı bölgenin
yüksek kesimleri ile ilgili gözlemlerini de daha sonraki yıllarda
imparator adına gerçekleştirdiği bir teftiş
gezisi sırasında aktarmıştır. Onun bu gözlemleri
ve seyahat notları, bugünkü Trabzon çevresinin dağlık
kesimine ve yerli halkına dair oldukça sağlam bir tarihsel
tanıklık niteliği taşır. Asırlar önce
Xenophon'un izlediği güzergahı kullanarak Bayburt tarafından
bugünkü Soğanlı dağlarını aşan
Prokopius, Surmene ve Of yaylalarının bulunduğu yerleri
geçerek Trapezus'a ulaşmıştır. Bu yolculuğu
sırasında, bugünkü Surmene, Of yaylaları ile ilgili gözlemleri
ve orada karşılaştığı dağlı
yerlilerin yaşam biçimleri ile ilgili aktardığı
bilgiler, bölgenin bugünkü kültürel dokusunun kökleriyle ilgili
önemli ipuçları içerir ;
“Tzaniler,
kadim zamanlardan beri, herhangi bir hükümdara bağlı
olmayan bağımsız bir halk olarak yaşamışlardır.
Vahşice bir yaşam biçimi sürdürerek, ağaçlara, kuşlara
ve çeşitli mahluklara tanrıları gibi hürmet ederler
ve onlara taparlar. Ömürlerinin tamamını gökyüzüne doğru
uzanan ve ormanlarla kaplı olan bu dağlarda yaşayarak
geçirirler, ama hayatlarını, ziraat ile değil,
haydutlukla ve eşkiyalıkla kazanırlar. Zira, toprağı
işleme konusunda usta değillerdir ve memleketleri, sarp dağların
en az olduğu yerlerde bile oldukça engebelidir. Bu yaylalar,
engebeli olmanın ötesinde, son derece taşlık, işlenmesi
zor ve hiç bir mahsule uygun olmayan bir toprak yapısına
sahiptir. Onlar tarım yapacak olsalar bile, ürün yetiştirmek
için yeterli toprak bulamazlar. Burada, ne araziyi sulamak, ne de tahıl
yetiştirmek mümkün değildir; çünkü bu bölgede düz bir
arazi bulunmaz ve hatta buralarda ağaç da yetiştiği
halde, bunlar meyve vermeyen ağaçlardır. Zira bu bölge;
bitmek bilmeyen kışın etkisiyle, uzun süre kar altında
kaldığından, ilkbaharın başlangıç dönemi
son derece belirsiz ve düzensizdir. Bu nedenlerden dolayı
Tzaniler eski çağlarda bağımsız bir yaşam sürmüşlerdir,
ama şimdiki imparator Justinianus’un saltanatı sırasında,
general Tzittas’ın komutasındaki bir Roma ordusu tarafından
bozguna uğratıldılar ve hepsi kısa sürede mücadeleden
vazgeçerek boyun eğdiler. Böylece, tehlikeli bir özgürlüğün
yerine, sıkıntısı daha az olan esareti tercih etmiş
oldular. Ve onlar hemen Tanrıya itaat ederek, Hristiyanlığı
kabul ettiler. Böylece, her tür haydutluktan vazgeçerek yaşam
biçimlerini huzurlu bir yola sokmuş oldular ve -daha sonra- düşmana
karşı sefere çıkıldığında, her
zaman Romalıların yanında yer aldılar.
Ve imparator Justinianus, Tzani’lerin bir zaman sonra yaşam
biçimlerini tekrar değiştirerek, daha ilkel olan eski
geleneklerine dönebilecekleri endişesiyle, aşağıdaki
önlemleri tasarladı:
Tzanika ulaşılması zor bir memleketti, özellikle de
atlılar için bu kesinlikle mümkün değildi, zira belirtmiş
olduğum gibi her taraf uçurumlarla çevrili ve ormanlarla kaplıydı.
Bu nedenle Tzanilerin komşuları ile ilişki kurmaları
mümkün olmuyordu ve yabani hayvanlar misali, kendi aralarında
izole bir yaşam sürüyorlardı. Bu durumu değiştirmek
için, imparatorun emri ile ulaşıma engel olan ormanlarda ağaçlar
kesilerek yollar açıldı ve engebeli yerler düzeltilerek,
atların ilerleyebilmesi için uygun hale getirildi. Bu şekilde
onların komşularıyla ilişki kurmaya yönelmeleri
ve normal insanlar gibi diğer toplumlarla biraraya gelmeleri sağlanmış
oldu. Daha sonra imparator, Skhamalinişi adıyla
bilinen bir yerde onlar için bir kilise inşa ettirdi ve böylece
onlara, ayinlerini gerçekleştirmeleri, kutsanmış ekmeği
bölüşmeleri, dualarla tanrıya sığınmaları
ve diğer dini vecibeleri yerine getirebilmeleri için imkan sağlamış
oldu. Bu sayede, artık onlar da insan olduklarını
bileceklerdi. Ve memleketin her tarafına kaleler inşa etti,
Roma ordusunun bu güçlü garnizonlarında onlara görevler
vererek, diğer toplumlarla ilişki kurmalarını
kolaylaştırdı. Şimdi Tzanika’da inşa edilen
bu kalelerin yerlerini sayacağım...” (Prokopius,Yapılar,III.vi.1-14)
Prokopius'un
bahsettiği Hristiyanlaştırma çalışmaları,
bölge yerli halkının Hristiyanlıkla gerçek anlamda
tanışmasının, Justinianus döneminde gerçekleştiğini
göstermektedir. Bölgede devlet hakimiyetini kurmak için önemli bir
araç olarak kullanılan Hristiyanlık, sonraki yıllarda
da bölge kırsal kesiminin Rumlaşması ve bölgede
Bizans egemenliğinin kökleşmesi açısından önemli
bir rol üstlenecektir. Bugün hala bölgede aynı şekilde
devam ettirilen yaylacılık geleneği de Prokopius'un söz
ettiği bir başka ilginç ayrıntı olarak dikkat çekmektedir
;
“...Ve
buradan biraz doğu tarafına gidildiğinde, kuzeye doğru
uzanan sarp bir vadi vardır; -imparator- burada da Barkhon isimli
büyük bir yeni kale inşa ettirdi. Söylediklerine göre, bu
kalenin ötesinde, dağların aşağı tarafları
Okeniti Tzanilerinin sığırlarını barındırdıkları
köylerin bulunduğu yerlerdir. Onlar bu sığırları,
toprağı sürüp işlemek için değil, sürekli bir
süt kaynağına sahip olmak ve etleriyle beslenmek için yetiştirirler.”
(Prokopius,Yapılar,III.vi.20-21)
Kaynakça
:
Blockley,
R.C.
“The Fragmentary classicising Historians of the Later Roman
Empire, vol.II”, Wiltshire, 1983
Church, A.J. ve Brodribb, W.J.
“The Complete Works of Tacitus”, 1942
Dewing, H.B.
“Procopius : The Persian Wars, Vol I”, LOEB, 1914
“Procopius : The Gothic War, Vol.V”, LOEB, 1928
“Procopius : On Buildings, Vol VII”, LOEB, 1940
Glombiowski, K.
“The Campaign of Cyrus the Younger and the Retreat of
the Ten Thousand: The Chronology” , Pomoerium 1, 1994
Gökçöl, T.
“Ksenophon : Anabasis, Onbinlerin Dönüşü”
İstanbul, 1974
Grumbles, G.
“C. Ptolemy and Geography”, Austin, 1995
Janssens, E.
“Trébizonde en Colchide” , Bruxelles, 1969
Jones, H.L.
“The Geography of Strabo” LOEB, 1917
Koshelenko, G. A. ve Kuznetsov, V.D.
“Colchis and Bosporus: Two models of Colonisation?” ,
New studies on the Black Sea Littoral, 1996
Müller, K.
“Geographi Graeci Minores”, Paris, 1855
Paton, W.R.
“The Histories of Polybius, Vol. II”, London,
1922
“The Histories of Polybius, Vol. III”, London, 1926
Seeck, O.
“Notitia Dignitatum”, Berlin, 1876
Silver, M.
“ Ancient Economies: The Argonaut Epos and Bronze Age
Economic History”, Newyork, 1999
Stevenson, E.L.
“Claudius Ptolemy: The Geography”, Newyork, 1932
Zuckerman, C.
“The Early Byzantine Strongholds in Eastern Pontus”,
Travaux et mémories, 11, 1991
|